Prof.Dr.Cezmi Eraslan / İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Hepimiz biliyoruz ki, Tarih kuru bir geçmiş bilgisi değildir. Geçmişte yaşanan hadiseleri sebep sonuç ilişkisiyle inceleyen, zamanda derinlik, mekânda yaygınlık bakımından anlayan, değerlendiren, hal ve istikbal için yaşananlardan ders çıkarmayı hedefleyen bir sosyal bilim dalıdır. Yüzüncü yılını idrak ettiğimiz Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi de günümüz için çok kıymetli dersler vermektedir. Bunlardan bazılarını kısaca hatırlatmak istiyorum.
Tarih tekerrür ediyor
Birinci Dünya Savaşı ile emperyalist büyük güçlerin yarı sömürge durumundan tam sömürge haline getirmek ve parçalamak istedikleri Türk milleti, bundan yüz yıl önce bir varlık-yokluk mücadelesi vermişti. Türkiye, bugün de uluslararası alanda dost ve müttefik olarak adlandırılan devletler tarafından sıkıştırılmakta ve en üst düzeyde idarecilerimiz bir varlık mücadelesi içinde olduğumuzu ifade etmektedirler. Bu durumda tarihin tekerrür etmekte olduğu söylenebilir!
Tek millet
Türk İstiklâl Harbi’nin en kanlı bölümü olan Sakarya Meydan Muharebesi’nden bir yıl sonra girişilen Büyük Taarruz ile aynı zamanda Türk milletinin son dört asırdır devam eden geri çekilmesi durmuş, karşı harekâta geçilmiştir. Birinci Dünya Savaşı galiplerinin dayattığı teslim anlaşmalarına isyan eden tek millet olarak Türkler, başarılı olmuşlardır. Son on yılı savaşlarla, ekonomik ve askerî kayıplarla dolu, yönetenlerin dahi devletin devamından ümidini kestiği Türk milleti bunu nasıl başarmıştır?
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın 4 Ekim 1922 günlü Büyük Millet Meclisi konuşması, bu büyük zaferin sırrını ortaya koymaktadır. Paşa, bu neticeyi “Türk milletinin bütün dünyaya karşı temsil ettiği hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferi” olarak tanımlamıştır. Zaferi, ‘milletin kaderini doğrudan doğruya ele alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclisimizin, civanmert ve kahraman orduları kazanmıştır’. Kendisi, ‘bu orduların başında bir asker sadakat ve itaatiyle milletinin emirlerini yerine getirmiştir’.
Detaylı planlandı
Elbette farklı düşünceleri olan, galip gelineceğine inanamayan, bunu hayal gibi gören kimileri de vardır milletin temsilcileri içinde. Ancak asıl olan vatanın kurtarılmasıdır. Hedefe ulaştıktan sonra teferruatla uğraşmak yerine milleti bir bütün halinde kucaklamak ve katkılarını dile getirmek Başkomutanın tercihi olmuştur. Tekâlif- i Milliye emirleriyle vatanın bir ailesini eksik bırakmadan, herkesi imkân ölçüsünde orduyu taarruza hazırlamada katkı vermeye çağıran Başkumandan, bütün millet fertlerini mücadelesine kazandırmış, ekibini bütün Türk milletinden oluşturmayı başarmıştır.
Taarruz kararından önce Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi ve Başkumandan son bir kontrol için cepheye giderek orduyu tekrar gözden geçirmiş, düşman mevzilerini incelemiş ve kati olarak taarruza hazırlık emrini ondan sonra vermiştir. Ordu içinde üst düzey kumandanlar arasında hazırlıkların yetersizliği ve taarruz planı konusunda görüş ayrılıkları da yaşanmıştır. Ancak o, millet karşısında bunları dile getirmeden her kesimin katkısı ve hizmetini övmüştür.
En ince ayrıntısına kadar tamamen düşünülmüş, tespit edilmiş, hazırlanmış, idare edilmiş ve sonuçlandırılmış taarruzun hiçbir şekilde tesadüf olarak görülemeyeceğinin altını çizen Atatürk, diyor ki: “Efendiler! Taarruzumuz, öteden beri Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Paşa hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecarübe müsteniden ihzar ettiği plân dâhilinde vuku bulacaktı. Bu plan düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plândı”.
İşgal güçleri ordu, millet dayanışması sayesinde vatan topraklarından sökülüp atıldı.
Topçular örnek oldu
26 Ağustos sabahı başlayıp beş gün beş gece devam eden Afyon-Karahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin sonunda düşmanın asıl kuvvetleri imha edilmiştir. Savaş sırasında topçularımızın, piyadelerimizin, süvarilerimizin, makineli tüfekçilerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gösterdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdirâtın fevkindedir.
Başkomutan, 57. Alay Komutanı Reşat Bey’in intiharını “Ordumuzda zabitan ve kumandanların kendilerine verilen vazifeyi yerine getirmede gösterdiği adanmışlık ve fedakârlığa örnek göstermiştir: “Ordumuzdaki zabitan ve kumanda heyet-i âliyesi yekdiğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyet ve itimatla merbuttur ve mafevkten aldıkları emri bir namus telakki ederek ifa ederler.”
Büyük fedakarlık
Taarruz planının hayata geçirilmesinde ordunun her ferdinin büyük fedakârlıklar yaptığı, kahramanlıklar gösterdiği şüphesizdir. Atatürk’ün Türk milletinin temsilcilerine gün be gün anlatırken yaptığı değerlendirmeler, zaferin mahiyetini de kendiliğinden ortaya koyar niteliktedir. Başkomutan, taarruzun ilk kısmında Türk ordusunun topçu kıtalarının katkılarını şöyle aktarmaktadır: “Arkadaşlar! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözlerinin açıldığı zaman ateşe başladılar. Kemali takdirât ve hürmetle bunu zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet bütün dünya topçuları için misal olacak mahiyetteydi. Hayat-ı askeriyemde bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm.”
Sulh gecikmeyecektir
Büyük Taarruz dört yıldır süren mücadelenin sonunu başarıyla getirmek hususunda büyük ümitler vermişti. Atatürk diyor ki, “Arkadaşlar!… Misâk-ı Millî’nin çizdiği hudutlar dâhilinde, mesut, müreffeh ve hür yaşamak için, her ne lâzımsa, bunların hepsini istihsâl edeceğiz. Düşman elleriyle viran olmuş ve milletimiz tarafından her köşesini kurtarmak için seve seve can verilmiş ve çocuklarımızın kanıyla sulanmış olan yurdumuzun ufkunda artık sulhun tatlı güneşi gecikmeyecektir. Arkadaşlar! Milletimiz, tek bir adam gibi, gösterdiği sarsılmaz vahdet ve gayret sayesinde bu muvaffakiyeti ihraz etmiştir. Milletimizin sulh işlerinde de sulhtan sonraki işlerde de aynı himmet ve gayreti ve vahdeti göstererek; bu zaferi itmam edeceğine şüphe yoktur. Bu zafer bize bir imkân bahşediyor. Biz bu imkânı memleketimizin, milletimizin münevver, mesut ve müreffeh istikbali için kullanacağız.”
Türk’ün ruhu
Biz de son olarak zaferin ikinci yılında Dumlupınar’da yapılan anma töreninde Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Bey’in Afyonlular, köylü hanımlar, çiftçiler, erlerimiz ve subaylarımız ile Atatürk ve eşi Latife Hanım’a hitaben söylediği şu sözleri hatırlatmak istiyoruz:
“Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, mânâlı, beliğ ve şümullü olsun. Söz, burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor.”
Şuura ermek dileğiyle
Kanaatimize göre millet içtimaını tamamlayan şey devleti yönetme makamında en üstte bulunanların milleti her kesimi ile bir görmeleri ve beraber olabilmeleri, kucaklayabilmeleridir. Biz bugün en temel meselelerde dahi toplumun bütün kesimlerini bir araya getirebiliyor muyuz?
Yeni Türk devletinin kurulmasının ve Türk milletinin bu topraklar üzerinde ilelebet hür yaşamasının yolunu sonuna kadar açan Büyük Taarruzun isimsiz kahramanları, bu topraklarda olduğu kadar kalblerimizde yatan şehidlerimizin hâl diliyle gelecek nesillere mesajını büyük hatip Hamdullah Suphi’nin şu sözleriyle aktarmak istiyorum : “Bu toprakların içinde zerre zerre parıltılarla örtülü, bembeyaz genç dişleri arasından istiklâl şehidleri bir şey sayıklıyorlar: ‘Ey Türk milleti, senin için! Diyar diyar, iklim iklim, bütün o boğuşmalar, o mücahedeler ve bu ölüm, ey Türk milleti senin için, senin için’ Türk milletinin bir bütün halinde, ilini töresini terk etmeden bağımsız yaşaması için can verenlerin emanetine layık olabilecek şuura ermek dileğiyle…