Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ‘Ülkücü Şehitleri Anma Günü’ programında yaptığı konuşmada 27 Mayıs 1960 darbesini anmadı. Bahçeli geçen yıl yaptığı konuşmasında darbeye ve 27 Mayıs 1980’de gerçekleşen Gün Sazak suikastine “27 Mayıs 1960 darbesi milli iradeye doğrultulmuş silah iken, 27 Mayıs 1980 milliyetçi duruşa hunhar bir suikastın ifadesidir” ifadeleriyle değinmişti. MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş‘in 27 Mayıs darbesinin önde gelen isimlerinden olması nedeniyle bu mesaj çok tartışılmıştı.
Bahçeli konuşmasında, dedi.
Bahçeli konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Merhum Şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay, ‘Bu vatan kimin’ isimli şiirinde ağyarını mani efradını cami ifadelerle şöyle seslenmişti:
‘Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir’
Uğruna nice fedakârlıkların yapıldığı, müdafaası yolunda dökülen kanların nehir gibi taştığı bu cennet vatanın, mensubiyetinden iftihar ettiğimiz aziz millet varlığının manevi muhafızları elbette şehitlerimizdir.
Şehitlik en yüce makam, en yüksek mertebedir. Nitekim şehitler peygamberlere komşu mesabesindedir.
Cenab-ı Allah Bakara Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
‘Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız’
Türkiye’nin en çetin ve zorlu yıllarında, sonunu ve sonucu düşünmeden, çıkar hesabı yapmadan, zevki sefaya dalmadan, nefislerinin esaretine kapılmadan bir hilal uğruna şehit düşen dava arkadaşlarımıza şükran borcumuz tarifsiz ve sınırsızdır.
‘Bir gül bahçesine girer gibi kara toprağın bağrına girdiler’
Bir gül bahçesine girer gibi kara toprağın bağrına girdiler. Vurulup tertemiz alınlarından uzansalar da, gerçekte cennetin açılmış kapılarına yürüdüler. Bir ülküleri vardı, istikameti Kızılelma’ya kadar açılıyordu. Bu duruşları vardı, kaynağı Ötüken’e kadar ulaşıyordu. Bir sevdaları vardı, kaderi ve kavli vatan ve milletin varoluşuyla bütünleşmişti. Şehitlerimiz hesabi değil hasbiydi, hercai değil haysiyet ve heybetle birleşmişlerdi. Dahası gelip geçici heveslerle değil muazzam ve muazzez hedeflerle sözlenmişlerdi.
Ülkücü şehitlerimiz kutlu davamızın mücadele timsalleridir. Her birisi Yusuf yüzlü, kurt bakışlı, hilal kaşlı, Yunus gönüllü, Yavuz yürekliydi. Bazen bir sokak ortasında, bazen bir yurt köşesinde, bazen bir okul koridorunda saldırı ve suikasta maruz kaldılar. Vuruldular, ama taviz vermediler. Düştüler, ama boyun eğmediler. Can verdiler, ama vatanı vermediler, Türk-İslam ülküsünden vazgeçmediler. Son nefeslerinde bile korkuyu korkuttular, hainleri ürküttüler, imanlarıyla devleşip şehadet şerbetinden yudum yudum içtiler. Biliyor ve inanıyoruz ki, insan Allah’ın bir ayetidir. Ve insan eşrefi mahlukattır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Şehitlerimiz kutlu davamızın şeref tacı, bu fani dünyanın onur tahtıdır.Onlar her devrin adamı değil, davalarının serdengeçtileriydi.
Zalim ve zararlı ideolojik tasalluta karşı sadece akıl, gönül, iman ve cesaretleriyle değil ruhlarıyla da direndiler. Kemiyet ve keyfiyet ayrımında taraflarını açıkça belirlediler. Türkiye’yi sokaklarda teslim almak için sahaya sürülmüş piyonların, kiralık figüranların, iradesiz ve ilkel dürtülerin zamanın ve zeminin her noktasında karşılarına çıktılar, nihayetinde oyunlarını bozdular. Mücadelelerinde haklıydılar, münasebetlerinde halktan yanaydılar, müktesebatları hakikatle pekişmişti, elhak mükâfatlarını da Hakk’tan bekliyorlardı.
‘Devşirilmiş zihniyetlere terk edecek bir ülkemiz dün yoktu, bugün de yoktur’
Türk ahlak ve iman gücünü çatlatarak, beliren o meşum çatlaktan emperyalizme kapı açmak için sıraya girenler şehitlerimizin mukavemetiyle karşılaştılar. Ülkücü şehitlerimiz, tıpkı Çanakkale’de yaşandığı gibi, tıpkı Milli Mücadele yıllarında görüldüğü gibi, tarihin emanetlerini omuzlayarak, milli ve manevi değerleri iliklerine kadar özümseyerek Türkiye’yi geçmek isteyenlere cüretlerinin bedelini çok ağır ödetmişlerdir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket ihtiyaç hasıl olursa, karanlık emeller bir kez daha sahneye çıkarsa, bilinmelidir ki, mazisindeki emsalsiz fedakarlıkları tekrarlamaya, Türk milletinin geri dönmeyi düşünmeyen 57’inci Alayı olmaya hazırdır, buna da yeminlidir. Şehitlerimizin mücadelesi boşuna verilmemiştir. Gencecik fidanlarımız, henüz bıyığı yeni terlemiş dava arkadaşlarımız boşu boşuna kara toprağa girmemişlerdir.
Şu hatırlatmayı özellikle yapmak isterim ki, Türk milleti üzerinde kimlerin hain ve hasmane planı varsa, milliyetçi-ğlkücü hareketin de onlarla kapanmaz, kapanmayacak hesabı vardır. Ve yeri geldiğinde bu hesap kıran kırana görülecektir. İntikam kuyruğuna girenlere sesleniyorum, intikam alanların en hayırlısı Allah’tır. Bizim yolumuz hak yoludur, hakikat yoludur, Allah’ın yoludur. Devşirilmiş zihniyetlere terk edecek bir ülkemiz dün yoktu, bugün de yoktur.
İşbirlikçiliğin kafesine girmiş mandacılara, ihanetin kulvarında peş peşe koşan, bunu da demokrasi ve özgürlük kriteriyle tevil eden köksüzlere ne tarihimizi yargılatırız, ne milletimizi sorgulatırız, ne de devletimizi kirli ellerine bırakırız.
Ölürsem şehit kalırsam gaziyim diyen soylu iradeyi hiçbir gücün kıramayacağını, hiçbir saldırının yıkamayacağını, hiçbir zalimin teslim alamayacağını ikazen söylemek ve muhataplarına ilam etmek isterim.
Bu aziz vatanın, bu kutlu milletin yalnızca fert fert insanı değil, aynı zamanda nehirleri de gazidir, dağları da kahramandır.
‘Bizim yol haritamızı şehitlerimiz çizmiştir’
Ülkücü şehitlerimiz bizim her daim övüncümüzdür. Onlar bayraktır, kalbimizin gönderinde, maşeri vicdanın zirvelerinde dünya durdukça dalgalanacaklardır. Hangi birisini sayayım ki? Hangi birisinin destanlaşmış mücadelesini anlatayım ki? Her birisi devamlı körüklenen ateşin içinde milletine ve vatanına can suyu taşımış, bundan da asla pişmanlık duymamış yiğitlik sembolüdür. Bu yüzden Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in sosyal maliyeti çok fazladır.
Bizim yol haritamızı şehitlerimiz çizmiştir. Cesaretimizin feyzi aziz ceddimizdir. Kuvvetimizin ve kudretimizin temeli milli tarihimizdir. Bizim gidecek bir yerimiz yoktur. Gitmeye niyetimiz yoktur. Göndermek için tertip içinde olanları da doğduklarına pişman etmek boynumuzun borcudur. Gözlerine kara perde inenlerin dedikodularına, Türk düşmanlarına uyduluk yapanların provokasyonlarına göz yummamız, yol vermemiz akıl ve mantık inkarıdır.
En başta şehitlerimizin mücadelelerini bihakkın sürdürmekle sorumluyuz.
‘Haine cesaret veren merhametin zulme yakın olduğunun bilincindeyiz’
Çünkü Milliyetçi-Ülkücü Hareket karanlığın yamacından parlayan meşale, geleceği kucaklayan fikir ve düşünce medeniyeti, dosta güven ve huzur veren, düşmana korku ve hüsran vaat eden millet çınarıdır.
Merhametliyiz, fakat haine cesaret veren merhametin de zulme yakın olduğunun bilincindeyiz. Şehitlerimizin yüzünü kara çıkarmayacağız. Onların ruhlarını muazzep etmeyeceğiz. Satanlardan, korkanlardan ve kaçanlardan olmayacağız. Maskeli demokratlarla, mayası ve meşrebi karışık sahte zihniyetlerle, parayı verenin düdüğünü çalan sabıkalı çıkarcılarla, Türkiye’ye ve Türk milletine karşı ölümcül operasyonların içinde olan alçaklarla sonuna kadar mücadeleyi sürdüreceğiz. Yılmayacağız, yıkılmayacağız, mutlaka başaracağız.
Şehitlerimizin destanını aleme okuyacağız.
Birbirimizi sevip saygı duyacağız. Çünkü melanetin ve hıyanetin kol gezdiğini, rehavetimizi ve yumuşak karnımızı kolladığını asla unutmayacağız. Biz her şeyden önce bir siyasetten daha fazlası olan büyük ve mukaddes bir davanın temsilcileriyiz. Dava insanının sahip olması gereken üstün meziyetlerle donanacağız. Biz bu ülkeyi çok seviyoruz. Birileri istedi diye de ilkelerimizden ve ülkülerimizden asla ödün vermeyeceğiz.
Gökkubbede hoş bir seda bırakmaktır muradımız. Türkiye’miz için gerekirse çileyi azık etmektir maksadımız. Bu duygu ve düşüncelerle, terörle mücadele esnasında şehit olan kahramanlarımıza ve aziz Ülkücü şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, manevi hatıraları önünde tazimle eğiliyorum. Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i, hunhar bir suikastla şehit olan eski Gümrük ve Tekel Bakanımız Gün Sazak Bey’i hürmetle, rahmetle ve minnetle anıyorum”