Türkiye’nin dördüncü sondaj gemisi Abdülhamid Han, Salı günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla ilk görev yeri olması beklenen Akdeniz’e uğurlanacak. Geminin bölgede ne kadar kalacağı ve tam olarak neresinde görev yapacağına bağlı olarak Doğu Akdeniz’de suların daha ısınıp ısınmayacağı merakla izleniyor.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin dördüncü sondaj gemisi olacak olan Abdülhamid Han yedinci nesil teknolojisine sahip dünyadaki beş sondaj gemisinden biri. 238 metre uzunluğunda, 42 metre genişliğinde ve 52 bin groston ağırlığında olan dokuz katlı geminin 12 bin 200 metre derinlikte sondaj kabiliyeti olduğu belirtiliyor.
Enerji Bakanı Fatih Dönmez, hafta sonu sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ”Abdülhamid Han Akdeniz’in derin sularıyla buluşmak için gün sayıyor” diyerek geminin rotasının Akdeniz olacağını bildirmişti.
Geminin Akdeniz’in tam olarak hangi bölgesinde görev yapacağının ise Erdoğan tarafından tören sırasında açıklanabileceği belirtiliyor.
DW Türkçe’ye konuşan Enerji Politikaları Uzmanı Necdet Pamir de geminin sondaj faaliyetlerini nerede yapacağının önemli olduğunu belirterek “Sondaj, deniz yetki alanı kabul ettiğimiz alanda mı yapılacak, 28 derece doğu boylamının batısına geçilebilecek mi; açıklanınca göreceğiz” değerlendirmesini yaptı.
Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları ile ilgili ülkelerin farklı politikalar takip etmesi, en son 2019-2020 yıllarında Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs’taki taraflar ve ardından Avrupa Birliği’ni (AB) de içine alan gerilime yol açmıştı.
Türkiye’nin arama faaliyetleri ve gemileri
Kıbrıs açıklarında 2000’lerin başlarında tespit edilen hidrokarbon kaynakları Doğu Akdeniz’in önemini gerek kıyıdaş ülkeler gerekse kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen diğer ülkeler için artırırken Türkiye de bölgedeki sismik ve sondaj çalışmalarını yoğunlaştırma kararı almıştı.
Türkiye’nin şu anda iki sismik araştırma gemisi (Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis) ile Fatih, Yavuz, Kanuni isimli gemilere en son Abdülhamid Han’ın da eklenmesiyle dört adet sondaj gemisi bulunuyor.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sismik araştırma ya da sondaj yapabilmek için daha önceleri gemi kiralayamadığını, çünkü bu çabaların Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve AB tarafından engellendiğini söyleyen Pamir, bu nedenle kendine ait gemilerinin olmasının önemine dikkat çekiyor. Ancak bu gemilerin satın alınma süreçlerinin ihaleyle yapılmadığını ve yeteri kadar şeffaf olunmadığını belirten Pamir, gemiler alındıktan sonra yapılan hazırlık masraflarının da çok yüksek tutarlarda olduğunu dile getiriyor.
Şimdiye kadar Doğu Akdeniz’de bu gemilerden Fatih’in üç, Yavuz’un ise dört derin su sondajı yaptığını aktaran Pamir, Türkiye’nin sismik ve sondaj gemilerinin Avrupa ile yaşanan sorunların ardından Akdeniz’i bırakarak Karadeniz’e çıktığını söylüyor ve “Doğu Akdeniz’de bir seneden fazla bir süredir yokuz” diyor.
Akdeniz’de gerilim nasıl tırmandı?
Peki Doğu Akdeniz’de tarafları içine alan bu gerilim nasıl başladı ve tırmandı?
Kıbrıs’taki iki taraf ve Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır süren gerilim ve egemenlik tartışmaları, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs açıklarında hidrokarbon kaynaklarının potansiyelinin keşfiyle denizlerdeki enerji kaynakları ve deniz alanlarının belirlenmesi ile ilgili konulara da sıçradı.
Kıbrıslı Rumların Mısır ile 2003’te, Lübnan ile 2007 ve İsrail ile 2010’da imzaladığı deniz sınırı belirlenmesi anlaşmaları, ardından Mısır, Yunanistan, Rum yönetimi ve İsrail tarafından Kahire’de oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi gelişmeler Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin tepkisini çekti.
Bu gelişmelerin ve Rum kesiminin adanın güneyinde sondaj faaliyetlerine başlamasının ardından 21 Eylül 2011’de “Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalandı. Bu anlaşma Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın bölgede petrol ve doğal gaz arama faaliyetlerini birlikte yürütmelerine imkan tanırken anlaşmanın ertesi günü Kuzey Kıbrıs yönetimi, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) deniz yetki alanlarında petrol ve doğal gaz arama ruhsatı verdi.
Türkiye 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma anlaşması ile de Yunanistan’ın Girit, Kerpe ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmiş ve bu anlaşmayı Birleşmiş Milletler’e (BM) kaydettirdi.
Bu anlaşmanın kendi kıta sahanlığını ihlâl ettiğini duyuran Yunanistan ve Kıbrıs ise AB’den destek alarak Ankara’ya tepki gösterdi.
Türkiye’nin 2020 yazında Yunan adası Meis açıklarında sismik araştırmalar yapma kararı ve bu bölge için Navtex bildiriminde bulunması Yunanistan’da donanmanın alarma geçirilmesini beraberinde getirirken dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel’in devreye girmesiyle gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi önlendi. Merkel’in girişiminin ardından Yunanistan ve Türkiye istikşafi görüşmelere başlamayı kabul etti ve Türkiye’nin Oruç Reis araştırma gemisini geri çekmesi taraflar arasında yumuşama getirdi.
AB de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama faaliyetleri nedeniyle Kasım 2019’da ayında yaptırımlar için yasal çerçevede uzlaştı, 2020 Şubat ayında ise Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın iki yöneticisi yaptırım listesine alındı. AB, 11 Kasım 2020’de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetleri nedeniyle aşamalı yaptırım kararı aldı, daha sonra bu yaptırımları 2022 Kasım ayına kadar uzattı. Bu yaptırımlarda Almanya’nın da devreye girmesiyle o dönemde Türkiye’ye karşı ılımlı bir çizgi takip edildi.
2020 sonbaharında sağlanan göreceli yumuşamanın ardından Türkiye, Yunanistan ve İsrail da dahil olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmeye yöneldi.
Tarafların pozisyonları nasıl şekilleniyor?
Ankara ve Lefkoşa’nın konuya dair temel politikası “Rum kesiminin kendisini Ada’nın tek temsilcisi olarak görmesinin ve bölge ülkeleriyle görüşmelerinde Kıbrıs adasını bir ‘ana kara’ gibi varsayarak deniz sınırlandırma anlaşmaları yapmasının yanlış olduğu” tezi etrafında şekilleniyor.
Türkiye Kıbrıs’ta Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve bu nedenle adanın zenginliklerinden eşit şekilde faydalanılması gerektiğini belirtiyor. Rumları Ada’nın tek temsilcisi olarak da görmeyen Türkiye, bu nedenle tek başına münhasır ekonomik bölge ilan etme ve parselleri ihaleye çıkarma gibi bir hakkı bulunmadığını da savunuyor.
Buna karşılık Yunanistan ve Rumlar ise Ada’da tanınmış resmi tek devleti “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak gördüğü için doğal kaynaklar konusunda hareket etme yetkisinin sadece kendilerinde bulunduğunu savunuyor.
İki taraf deniz yetki alanlarının sınırlandırması ile ilgili de farklı kriterleri temel alarak politikalar takip ediyor ve anlaşmazlıklar ve yetki alanlarının çakışmasına yol açabiliyor.
Rum kesimi 2007’de attığı adımla Kıbrıs Cumhuriyeti adına ilan ettiği münhasır ekonomik bölgesini 13 parsele ayırarak uluslararası enerji şirketlerine buralarda hidrokarbon arama ve çıkarma ruhsatları vermişti.
Bu 13 parselden Kıbrıs’ın güneybatı açıklarındaki 1, 4, 5, 6, 7 numaralı parsellerin Türk kıta sahanlığı ile 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı parsellerin de Kıbrıs Türk tarafının hak iddia ettiği alanlarla çakıştığı; bölgede sadece 10 ve 11. parsellerde çakışma meydana gelmediği belirtiliyor.
Abdülhamid Han gemisinin Akdeniz’de nerede görev yapacağı bu açıdan önemli görülüyor.
Yunanistan tetikte
Öte yandan Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Temmuz ayı sonunda Kıbrıs’a giderek Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis’le bir araya geldi.
Rum basınına göre Kasulidis, Kıbrıs’la Yunanistan’ın, kendi münhasır ekonomik bölgesi olduğunu söylediği sularda Ankara’nın yeniden petrol ve doğal gaz sondajı yapmaya kalkışması halinde nasıl karşılık verecekleri konusunda diğer AB ülkeleriyle istişarede bulunmayı planladıklarını söyledi.
Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardından enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak isteyen ve bunun için alternatifler arayan Avrupa ülkeleri için de Doğu Akdeniz’deki potansiyel kaynaklar daha önem kazanmış durumda.