Kotaro İsaka, Japonya’nın en ünlü yazarlarından biri şu an. Dünya çapında çok satan ve çok ödüllü bir yazar haline gelen İsaka; Shincho Gizem Kulübü Ödülü, Japonya’nın gizem yazarları ödülü, Japonya kitapçılar ödülü ve Yamamoto Shugoro Ödülü’nü kazandıktan sonra çok genç yaşta büyük bir servet ve üne sahip oldu.
Filmden beklentim büyüktü. Yönetmenin km olduğuna bakınca; John Wick, Hızlı ve Öfkeli, Deadpool, Sarışın Bomba filmleri aklıma geliyor. Aksiyon ve komedi unsurlarının ustalıkla harmanlandığı bu filmlere yönetmen ve yapımcı olarak imza atan David Leitch’ in adını görmek beklentilerimi iki misline çıkardı.
Amerikan yapımı aksiyon filmleri artık yeni bir arayış içinde. Doğal olarak güzel Bond kızlarından; aşkla cinselliğe de yaslanan ve rehine kurtarma gibi kahramanlık kokan klişe hikayelerden bir çıkış arıyor. Daha zekice, denklemin içinde soru ve cevapları barındıran, ters köşe yapan ve daha çok dünyayı yönetmeye talip Z kuşağı yakalayan film senaryolarını bulmak ve çağı koklamak gerektiğinin farkında yapımcılar.
Los Angeles, Regency Village Theatre’da ”Suikas Treni” filminin galasında ” Hepimiz öleceğiz, salla gitsin!..” mesajıyla çok neşeli görünen Pitt; Truva, Dövüş Klübü, Soysuzlar Çetesi, Bir Zamanlar Hollywood’ da filmlerinde gösterdiği aksiyon başarısını 60 yaşında tekrar etmek gibi bir çılgınlık içinde. Yani aslında 60 yaşında çağı yakalayıp tutanlardan.
Farklı zamanlarda verdiği ” oyunculuğu bırakıyorum” demeçlerini adeta çiğnercesine her seferinde daha hırslı, hareketli ve gençleşmiş dönüyor setlere. Belki de Benjamin Button, Pitt’ in tek gerçek karakteri.
Filme geçersek; kitabın arkasında gördüğüm tek bir cümle film sonrasını da özet geçmiş:
The Times, ”Eğlenceli…yüksek hızlı…bir sürü virajlı…bir Tarantino-Coen-Kardeşler- havası var.” demiş.
Evet, tek kelimeyle öyle
TREN İÇİNDE AKIL OYUNU: KİM EBE KİM KÖREBE
” Kara Tren gecikir, belki hiç gelmez; dağlarda salınır da derdimi bilmez” der ya türkü… Gecikerek, salınarak; ama içindekinin dışarıdan derdini asla bilemeyeceği bir trenin içinde olup bitiyor film.
Uğur Böceği takma adıyla tanınan istihbaratçı (B.Pitt) aslında ismine tezat şanssız operasyonların adamıdır. Bu kez Tokyo’ dan kalkacak olarak trene binmesini isteyerek bitirmesini bekledikleri iş basit gibi görünmektedir: Gri metal çantayı bulmak!
Trene bindikten sonra kendisinden başka birilerinin de gri çantanın peşinde olduğunu görür. Zaten finale doğru trenin içindeki toplam 9 suikastçının de birbirleriyle aynı hedefe doğru yürüyecek olması filmin çatısını oluşturuyor.
Finale kadar çanta için ve tren içindeki hakimiyeti kurmak için birbiri ile kan deryasının içinde çatışanlar kimlerdir…
Kiralık katil olarak, bu alanda en becerikli ve soğukkanlı olarak ün yapmış olan ikizler; limon ve mandalina (İşin ilginç tarafı biri beyaz, diğeri zencidir; kardeşlikleri iş ilişkisinden dolayı geliyor gibi görünse de biyolojik olarak da kardeştirler)
Prens lakaplı güzel bir genç kız; ki görüntüsünün aksine çok gaddar ve hırslıdır, bir o kadar da zeki!
Kimura, 5 yaşındaki oğlunu öldürmeye çalışanın peşine takılıp trene binmiştir. Kimura’ nın babası ise ailesini korumakla görevli olduğunu söyleyerek trene binen; ama geçmişinde iyi bir suikastçı olduğunu sonradan öğreneceğimiz kin dolu yaşlı bir adamdır.
Arı ve Kurt karakterlerin de kendince başka intikam hesapları peşindedir.
Hikâyenin odak noktasında duran ” Beyaz Ölüm” adındaki karakter, Japon mafyasını bile dize getirmiş, devletin içinde korkulan ve aslen Rus kökenli bir karakter. Limon ve Mandalina Beyaz Ölüm tarafından oğlunu 10 milyon dolar karşılığında kaçırıp fidye isteyenlerden (para ile birlikte) kurtarmakla görevlendirilmiştir. Prens çantayı çalar ve beyaz ölümün oğlunu öldürür. Uğur Böceği çantayı ele geçirir ama çanta defalarca el değiştirir. Kimura’nın oğlunu hastanelik eden Prens’ tir; bunu yapmaktaki amacı da Kimura’yı o trene bindirmektir. Kimura Beyaz ölüm’ e çalışmaktadır; Kimura’nın babası da gençliğinde Beyaz Ölüm’ le yarım kalan hesabını kapatmanın derdindedir. Kurt Lakaplı karakter ise Meksika’ da âşık olduğu kadınla evlenmek üzereyken düğünde eşi ile birlikte tüm davetlilerin zehirlenip öldürülmesi sonucu intikam peşindedir. Uğur Böceği ve Arı ise tesadüf mü bilinmez o düğünde garson ve pasta şefi olarak görev yapmışlardır.
Görüldüğü gibi her yol Beyaz Ölüm’ e çıkmaktadır!.. Oğlunu fidye olarak verdiği para ile geri alabilecek midir? Limon ve Mandalina’ nın başarısızlık korkuları hepsini ona karşı birleştirecek midir? yoksa çatışma daha kanlı hale mi gelecektir?
Peki Beyaz ölüm’ ün bir hikayesi var mıdır? evet… Hepsiyle bağlantılı bir hikayesi vardır ve puzzle bir trenin içinde, üstelik de baş döndürücü bir hızla giden trenin içinde çözülmeye çalışılıyor Tokyo- Kyoto arası birer dakikalık bekleme istasyonları nelere şahit olacak? bunun için filmi izlemeniz gerekiyor; zira kendinizi zincire dahil bir diğer suikastçı gibi görebilmeniz de mümkün. Film izleyeni de sanki yutup trene alıyor.
Filmin yer yer, karakterleri irdelemek adına Japonya, Amerika ve Meksika’daki geriye dönüşleri; zamansal geçiş ve yerel unsurların eşgüdüm halinde mükemmel kullanması sonucu başka bir havaya sokuyor izleyiciyi. Yine filmde trenin içinde sessiz olunması gereken vagonlarda aksiyonun dibine vurulması; çocuk vagonunda ise kan dökülmesi gibi zıtlıklar filmin kendi içindeki dahiyane unsurları.
İnanılmaz eğlenceli ve usta bir kadro ile kotarılmış filmin finalinde Sandra Bullock’u görmek sürpriz oldu. 5 dakikalık bir kare için adını afişe yazdıran Bullock neden bu filmin çatısında değil? diye sormak istiyorum. Neyse bu çok da önemli bir detay değil.
Uzun zamandır kavurucu sıcaktan bunalanların, sinemanın serinliğine gömülerek heyecanın doruklarına varacağı bir filmi tavsiye etmenin mutluluğu ile hepinize iyi seyirler diliyorum.
Özlem KALKAN